Ay'a Gerçekten Gidildi mi? Yoksa !


40 yıl önce başlayan Ay seferinin aldatmaca olduğuna inanan komplo teorisyenlerinin öne sürdüğü en yaygın 10 neden...
Astronotlar Amerikan bayrağını diktiklerinde bayrak dalgalanıyor. Ay’da rüzgar yok. 
Apollo astronotları tarafından Ay’ın yüzeyinden çekilen fotoğraflarda yıldızlar görünmüyor.
Fotoğraflarda Ay’a inen modülün yaratması gereken krater görünmüyor. 
İniş modülünün ağırlığı 17 tondu ve kum üzerinde hiçbir iz bırakmadan duruyordu. Halbuki hemen yanıbaşında astronotların kumdaki ayak izlerini görmek mümkündü.
Nem ve güçlü yer çekiminin bulunmadığı Ay’ın yüzeyindeki ince kumdaki ayak izleri beklenmedik bir şekilde iyi çıkmış. Adeta ıslak kumda yapılmış gibi duruyor.
İniş modülü Ay’ın yüzeyinden ayrıldıktan sonra roketten çıkması gereken alev görünmüyor.
Filmi hızlı oynattığınızda Ay’ın yüzeyinde yürüyen astronotların aslında yeryüzünde yürüdüklerini ve filmin daha sonrra yavaşlatılmış gibi olduğu görülüyor.
Van Allen radyasyon kuşağından çıkan radyasyona maruz kalan astronotların ölmüş olması gerekirdi. 
Ay’dan getirilen kaya parçaları Antarktika’ya yapılan bilimsel keşif gezilerinden toplanan kaya parçaları ile aynı.
Ay’a yapılan altı iniş de Nixon yönetimi sırasında oldu. Aradan geçen 40 yıl içersinde kaydedilen hızlı teknolojik gelişmelere karşın başka hiçbir ulusal lider Ay’a astronot indirdiğini iddia etmedi.

0 yorum:

Anneler Günü Ne Zaman Kutlanmaya Başladı?



Anneler gününün nereden kaynaklandığını anlatanlar günün yaratıcısı olarak hep annesini kaybetmiş olan küçük bir kızdan bahsederler. Gerçekte ise bu fikri hayata geçiren Anna Jarvis annesini 1905 yılında kaybettiğinde 41 yaşındaydı. 
Asıl mesleği öğretmenlik olan 1864 doğumlu Anna Jarvis, 1902 yılında babası ölünce annesi ile beraber ABD'de, Philadelphia'da yaşamaya ve çalışmaya başladı. Üç yıl sonra 9 Mayıs 1905'de de annesini kaybetti. Sürekli annesi ile beraber yaşamasına rağmen öldüklen sonra "Ona hayatta iken gerekli ilgiyi gösteremediği"ne inanıyor ve bunun ezikliğini duyuyordu. 
İki sene sonra Mayıs'ın ikinci pazarında, annesinin ölüm yıldönümünde arkadaşlarını evine çağırdı ve bu günün anneler günü olarak ülke çapında kutlanması fikrini ilk onlara açtı. Fikir kabul gördü, anneler memnun kaldı, babalar itiraz etmedi, Amerika'nın önde gelen bir giysi tüccarı da finansal desteği sağladı. İlk anneler günü Jarvis'in annesinin 20 yıl süresince haftalık dini dersler verdiği Grafton'daki bir kilisede, 10 Mayıs 1908'de, 407 çocuk ve annesinin katılımı ile kutlandı. Jarvin her bir anneye ve çocuğa kendi annesinin en çok sevdiği çiçek olan karanfillerden birer tane verdi. O günden sonra, temizliği, asaleti, şefkati ve sabrı ifade eden beyaz karanfil Amerika'da anneler gününün sembolü olarak kabul edildi. 
Sıra anneler gününü "milli bir gün" olarak kabul ettirmeye gelmişti. Jarvis, tarihte tek bir kişi tarafından gerçekleştirilen en başarılı mektup yazma kampanyası ile gazete patronlarından işadamlarına, devlet adamlarından din adamlarına kadar ulaşabildiği herkese bu fikrini iletti. Fikir o kadar çok ve çabuk kabul gördü ki, Senato onaylamadan çok önce, bir çok eyalet ve şehirde anneler günü kutlamaları gayrı resmi olarak başlatılmıştı bile. 
Sonunda 8 Mayıs 1914'te Senato'nun onayı, Başkan Wilson'ın da imzası ile Mayıs'ın ikinci pazarı 'Anneler Günü' olarak resmen ilan edildi. Çok kısa sürede diğer ülkelere de yayılan bu gün çiçek ve tebrik kartı satışlarının tavana vurduğu bir gün oldu. 
Anna Jarvis sonunda muradına ermiş, kampanyasını başarı ile sonuçlandırmıştı ama kendi hayatı pek mutlu sonla bitmedi. Yoğun çalışmadan evlenmeye ve çocuk sahibi olmaya fırsat bulamadı. Her anneler günü onun için bu yönden acı oldu. 
Daha ziyade dini ağırlıklı bir kutlama olarak düşündüğü bu günden ticari çıkar sağlamaya çalışanlara karşı hukuki savaş açtı. Davaların hepsini kaybetti. Dünyadan elini eteğini çekti. Bütün gelirlerini hatta ailesinden kalan evini bile kaybetti. 
Kalan hayatını adadığı, gözleri görmeyen kız kardeşi Elsinore'da 1944'de ölünce sağlığı da tehlikeye girdi. Dostları ona destek vererek son yılını sanatoryumda geçirmesini sağladılar. Bütün dünya annelerinin en azından senede bir gün mutlu olmalarını sağlayan Anna Jarvin, mutsuz, yarı görmez ve yalnız bir şekilde 1948'de 84 yaşında öldü. 
Ülkemizde de Türk Kadınlar Birliği'nin girişimi ve önerisi üzerine 1955 yılından beri Mayıs ayının ikinci Pazar günü 'Anneler Günü' olarak kutlanmaktadır.

0 yorum:

Aptal Puma Sendromu




Pumayı bilirsiniz. Hani vahşi kedilerin uzak atalarından. Yaklaşık iki metre uzunluğundaki benekli yırtıcı. Birçok özelliği ile ünlüdür bu ormanların harika kedisi. Ama en çok ta hızlı ve kıvrak koşusu ile tanınır. Avının peşinedüştüğü andan itibaren giderek hızlanan ve vücudunun tüm eklem ve kaslarını ortaya koyan hareketlerini seyretmek bir zevktir. Bu ölüm koşusu bazen pumanın , bazen ise hayatı için koşan kurbanın zaferi ile sonuçlanır.


Peki bir puma avının peşinden ne kadar koşar? İşte ormanların vahşi avcısını uygarlıkların kurucusu insan'a örnek yapacak olanda pumanın bu özelliğidir. Puma avının peşinden sürdürdüğü "ölüm koşusunu" her zaman avının cüssesine göre ayarlar. Yani bir ceylan ele geçirmek için koştuğu süre ile, bir tavşanın peşinden geçirdiği süre asla aynı değildir. Çünkü puma akıllı bir hayvandır ve koşarken harcadığı enerji miktarı, avdan elde edeceği potansiyel enerji miktarını aştığı anda puma koşmaktan vazgeçer. Yenilgiyi kabul edip başka av arar. Bu nedenle ceylanın peşinden fazla, tavşanın peşinden çok daha az koşar.


İşte "aptal puma sendromu" bunun tersini yapan insanların ruh halini ifade etmek için, yani bir tavşanın peşinden yıllarca koşan , sonra da yakaladığı avı bir öğünde bitiren akılsızlar için kullanılır. Başarının sırrı pumalıktan, yani harcanan emek, ulaşılan sonuç ilişkisindeki dengeyi iyi saptamaktan geçiyor.


0 yorum:

Bermuda Şeytan Üçgeni


Bermuda Şeytan Üçgeni, Atlantik Okyanusunda 30 civarında uçak ve 8 kadar geminin kaybolduğu, eskiden manyetik olduğu sanılan fakat günümüzde bir doğalgaz kaynağına ev sahipliği yaptığı düşünülen alanın olduğu bölgenin adıdır. Bu bölge Amerikan sahil koruma örgütünün 7 nolu bölge müdürlüğünün 5720 sayılı sirküler yazısında şöyle tarif edilmektedir:"Bermuda üçgeni ya da şeytan üçgeni diye anılan hayal ürünü yer, Atlantik'te, ABD'nin güneydoğu kıyılarında, açıklanamayan gemi, tekne ve uçak kayıplarının çok yüksek oranda yer aldığı bir alandır. Bu üçgenin köşelerinde Bermuda, Florida'daki Miami, ve Puerto Rico'daki San Juan olduğu kabul edilmektedir.
Kimsenin açıklama getiremediği bu esrarengiz fenomen, içinde bilim adamlarının da bulunduğu pek çok insan tarafından "doğaüstü bir takım güçlerin yaptırımı" olarak algılandı ve öyle lanse edildi. Bu açıklamalar arasında kayıp kıta Atlantis'in orada bulunup (bu düşünceyle paralel olarak Atlas Okyanusu ismini almıştır.) Kayıp Kıta'nın hiçbir zaman anlaşılamayan teknolojik ve manyetik kayıp aygıtlarından birinin etkisinden veya o bölgenin defalarca Dünya dışı varlıkların ziyaretlerinde orada yarattıkları manyetik alanın bir etkisi olduğu, hatta Kristof Kolomb'un bile tuttuğu günlüklerde, o bölgede gökyüzünde uçan tanımlanamaz cisimlerden bahsedildiği iddia edilmiştir. Bu esrarengiz üçgen ile ilgili olarak yapılan son iddia ise uzun yıllardır devam eden araştırmaların birkaç yıl önce bir sonuç verdiğinin iddia edilmesi ile ortaya çıktı . Bu son iddiaya göre tüm bu gizemli olaylar aslında basit bir doğal gaz cilvesi idi.
Yer altından fışkıran doğal gazlar, sadece yüksek kara parçalarından değil, deniz ve okyanus tabanlarından da çıkarlar. Çünkü deniz tabanları da üstü suyla kaplanmış alçak kara parcalarıdır. Ancak, okyanusların derinliklerindeki bölgelerden çıkmak isteyen doğal gazlar, oradaki çok düşük ısının da etkisiyle katı hâle dönüşürler ve "hidrat" denilen beyaz ve tebeşirimsi bir madde hâline gelirler. Çok derinlere dalabilen robot kameralarının bu bölgedeki karbeyaz okyanus tabanını ve bazı gemi enkazlarinı resimlemesinden sonra konuya şu bilimsel açıklama getirilmiştir: Bu bölge, Gulf Stream denilen sıcak su akıntısının da geçtiği yerdir. Tabanın bazen ısınması yüzünden, bu "tebeşir gazlar" erir ve sudan hafif oldukları için yüzeye doğru yükselirler. O anda, tabandan yüzeye kadar suyun yoğunluğu azalır . O sırada oradan geçen ne varsa, derin bir kuyuya düşer gibi hızla okyanusun dibini boylar. Çünkü, yoğunluğu düşen su, gemileri taşıyacak kaldırma kuvvetini oluşturamaz. Gazın yükselmesi sona erince yoğunluk tekrar eski haline döner ve geride hiçbir iz kalmadan kocaman gemiler kilometrelerce derine gömülmüş olurlar.
Uçakların düşerek kaybolması ise yine aynı sebeptendir. Yüzeye çıkan doğal gazlar, havadan da hafif oldukları için yükselmeye devam ederler. Bu kez yoğunluk azalması, bölgenin üzerindeki atmosferde oluşur. Oradan tesadüfen geçen bir uçak hemen irtifa kaybeder ve motorları durur. Çünkü, motorlardaki benzinin yanması için oksijene ihtiyaç vardır ve düşük yoğunluklu havanın içindeki oksijen miktarı motorların çalışması için yeterli değildir. Böylece uçak da, hızla okyanus tabanına doğru inişe geçer.




0 yorum:

13 Sayısı Neden Uğursuzdur?


İskandinav mitlerinde geçen bir öyküye göre düzenbaz tanrı Loki, diğer 12 tanrının katıldığı bir şölene 13. olarak giderek eğlenceyi bozmuştur. Bu olay İskandinav halklarının en gözde tanrısı Balder'in ölümüyle sonuçlanan kavgaya yol açmıştır.
Yunan Mitolojiside, tanrıların evi Olympus Dağında 12 tanrı oturur. Yunan mitolojisine en son katılan tanrı Dionysus için Hestia isimli tanrıça Olympustan ayrılarak insanlar arasında yaşamaya başlar. Böylece Olympustaki tanrı sayısı kötü kabul edilen 13'e ulaşmaz. Yine 13 sayısı, özellikle Hıristiyanlık tarafından da uğursuz olarak kabul edilmiştir.  İsanın Son Yemek olarak bilinen ve Roma tarafından tutuklanmadan önce havarileri ile son kez bir araya geldiği yemekte masada 13 kişi vardır (12 havari ve İsa). Masadaki 13. kişi olan Yahuda onu ele verir.
Bunun dışında bir başka teoriye göre İstanbul'un Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedildiği 1453 yılının rakamlarının toplamı 13'dür.
Bu boş inanç Hristiyan dünyasında öylesine güçlüdür ki, bazı kimseler 12 kişiyle birlikte aynı masaya oturtmaktan kaçınır; birçok otelin 13 sayısını taşıyan odası ve 13. katı yoktur. Çoğu zaman yaşanan tesadüfler de 13 sayısının uğursuzluğuna yorulur. NASA'nın insanlı ay yolcuğunun 7. uçuşu olan Apollo 13 projesinin başarısızlığına neden olarak isminde geçen 13 sayısı gösterilmektedir.
13 sayısının uğursuz olduğuna dair inanç bir çeşit korku hastalığı olarak kabul edilmiş olup adı 'triskaidekaphobia'dır. Bu inancın kökleri mitolojik tanrıların yaşadığına inanılan çağlara, İskandinavya topraklarına kadar gider. Işık ve güzellik tanrısı Balder'in verdiği ziyafete 12 kişi davetli iken, yalanların ve hilelerin tanrısı Loki, davetli olmadığı halde, zorla 13. kişi olarak katılmak ister. Çıkan tartışmada Loki Balder'i öldürür. 


İskandinavya'dan Avrupa'nın güneyine kadar yayılan bu mit, Hıristiyan din adamları tarafından Hz. İsa'nın son yemeğine uyarlanır. Bu uyarlamada Balder'in yerini Hz. İsa, Loki'nin yerini de Judas alır. Bu yemekten 24 saat sonra Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürüldüğü için Hıristiyanlarda akşam yemeğinde 13 kişi bir araya gelirse bunlardan birinin başına bir felaket geleceğine inanılır. 


13 sayısının uğursuzluğuna duyulan inancın kökeninde bir yıl içinde ayın 13 kez dolunay olarak gözükmesinin etkisi vardır.

0 yorum:

Bukalemunlar Neden Renk Değiştirirler?

Bulundukları ortama uymak için renk değiştirmezler.  Bunu hiç yapmamışlardır; hiçbir zaman da yapmayacaklardır. Bu tamamen bir mittir. Tümüyle uydurmadır. Koca bir yalandır.
Bukalemunlar değişik duygusal haller sonucunda renk değiştirirler. Eğer bu renk değiştirme ortama uymak için oluyorsa bu tamamen tesadüftür. Bukalemunlar korktuklarında, bir tehlike atlattıklarında ya da bir kavgada başka bir bukalemunu alt ettiklerinde renk değiştirirler. Karşı cinsten bir bukalemunu gördüklerinde ve bazen de ışık ya da ısıdaki değişiklikler sonucu renk değiştirirler.
Bir bukalemunun derisi kromatofor (Yunanca renk anlamına gelen chroma ve taşımak anlamına gelen pherein'den oluşur) adlı özel hücrelerden oluşan birçok katman içerir, bu katmanların her biri de değişik renkte pigmente sahiptir. Bu katmanlar arasındaki dengenin değişmesi derinin değişik ışık türlerini yansıtmasına neden olarak bukalemunları yürüyen bir renk çarkı haline getirir.
Bukalemunların ortama uymak için renk değiştirdikleri düşüncesinin bu kadar ısrarcı olması tuhaftır. Bu uydurmaca ilk defa, eğlenceli öyküler ve kısaltılmış biyografiler yazan Karistoslu Antigonos adlı genç bir Yunan yazarın MÖ 240 civarında yazdığı eserinde görülür. Çok daha nüfuzlu olan ve bir yüzyıl daha önce yazan Aristoteles (oldukça doğru bir biçimde) renk değişimini korkuya bağlamıştı ve Rönesans'a kadar "ortama uyma" teorisi neredeyse bütünüyle terk edilmişti. Bu teori intikam alarak geri döndü ve bugüne kadar belki de birçok insanın bukalemunlar hakkında "bildiklerini" düşündükleri tek şeydir.
Bukalemunlar aynı anda, saatlerce, tamamen hareketsiz kalabilirler. Bu yüzden ve çok az yediklerinden dolayı yüzyıllardır bukalemunların havayla beslendikleri düşünülüyordu. Elbette bu da doğru değil. Bukalemun kelimesi Yunancada "yerdeki aslan" anlamına gelir. En küçük türleri 25 mm uzunluğundaki Brookesia minima'dır; en büyükleri ise 610 mm'den uzun olanChaemaeleo parsonni'dir. Bayağı Bukalemun Latincede Chamaeleo chamaeleon diye bilinir ve bir şarkının girişine benzer.
Bukalemunlar birbirinden tamamen farklı iki yöne aynı anda bakabilmek için gözlerinden her birini birbirinden bağımsız olarak döndürüp odaklayabilirler. Ama bukalemunlar tamamen sağırdır. İncil, bukalemun yemeyi yasaklamıştır.

0 yorum:

Arabalar En Ekonomik Kaç km. Hızda Kullanılmalıdır?


Araba üreticileri yıllardan beri sürücülere yakıt verimi için olabilecek en uygun hızın saatte 88,5 km olduğunu söyler. Ama daha azdır.
What Car? dergisinin 2005 yılın da yakıt verimi üzerine yaptığı bir araştırmada beş araba denek olarak kullanılmıştır. Hepsinde en iyi sonuçların saatte 64 km’nin altında iken elde edildiği, sadece iki modelde ise en iyi verimin saatte 32 km’nin altında alındığı ortaya çıktı.
Ortalama olarak arabalar saatte 112 km ile giderken saatte 80 km hızla gittiklerinden yüzde 40 daha çok yakıt harcar. Raporun sonucu oldukça basittir: “Aracınızla ne kadar yavaş giderseniz o kadar az yakıt harcarsınız.”
Parayı harcayan sadece hızlı gitmek değildir.Modern arabalar eskilerine nazaran daha sessizdirler. Bu arabanın sorunsuzca ilerlediği izlenimi verir, bu yüzden sürücüler gerektiği kadar vites değiştirmezler. Altıncı viteste saatte 64 km hızla yol almak , aynı hızı dördüncü viteste yapmaktan yüzde 20 daha az yakıt harcar.
Klimalarda yakıt verimini etkiler, hem de 1,6 km ‘de 4,54 litre kadar. Şayet camı açmayı tercih ederseniz bu seferde aerodinamikten verdiğiniz ödün yüzünden daha fazla benzin tüketirsiniz. Hatta araç teybi bile daha çok yakıt tüketmenize neden olur.
En son yapılan Dünya Kupasında İngiliz taraftarlar otomobil camlarından sarktıkları St George bayrakları ile etrafta tur atmıştı. Manchester Üniversite’ sinin Sivil Mühendislik Uzay Havacılığı ve Mekanik Okulunda yapılan testler, orta boy bir araçta sallanan bayrağın saatte 48 km hızla yol alırken oluşan rüzgar direnci nedeniyle her saat başına fazladan bir litre yakıta mal olduğunu göstermiştir.
ABD’de her yıl milyarlarca dolarlık benzin, aşırı kilolu sürücüler tarafından harcanmaktadır. Amerikalılıar yılda, 1960′ta harcadıklarından 938 milyon galon daha fazla yakıt tüketmektedir. 1960 ile 2002 yılları arasında bir amerikan vatandaşının ortalama ağırlığı 11 kg kadar artmıştır .2006 yılında İllinois Üniversite ‘sinde ki araştırmacılar, galon başına 3 dolar fiyatla fazladan o kadar ağırlığın kara yolu ile taşınmasının ülkeye olan masrafının günde 7,7 milyon dolar, yılda 2,8 milyar olduğu sonucunu ortaya çıkarmıştır.
Doğru hızla seyretmenin başka avantajları da vardır. Enerji Araştırmaları Merkezi, bütün İngiliz sürücülerin saatte 120 km ‘lik hız limitine uymaları durumunda engellenecek CO2 kirliliğinin, 3 milyon Ford marka arabanın yollardan kaldırılmasına eşit olacağını söylemektedir.

0 yorum:

Marlboro'nun Bilinmeyen Hikayesi

Dünyanın en bilinir markaları arasında yer edinen Marlboro ilk kurulduğu yıllarda diğer bütün yeni kurulan şirketlerde olduğu gibi piyasada tutunmaya çalışırken işleri kötüye gider. Marlboro'nunişlerinin kötüye gittiğini gören birisi Marlboro'ya bir teklif sunar. Bu teklife göre satışların 1 ay içerisinde 3 katına çıkarbileceğini ve bu olursa şirketin yarı ortağı olmak istediğini eğer bunlar olmazsa ömür boyu Marlboro fabrikasında tütün saracağını söylemiş. Marlboro'nun o zamanki sahipleride nasıl olsa batmak üzereyiz yapacak birşey yok diyerek teklifi kabul ederler.

Adam hemen harekete geçer ve bir sürü boş Marlboro pakedine ihtiyacı olduğunu söyler. Zaten depoda da boş paketlerden başka bişey yokmuş. Bir sürü boş Marlboro pakedini ezerek paketlere kullanılmış süsü verir. Bu paketler gece olunca uçak ile Amerika'nın üzerine atılmış. Bunun amacı insanları Marlboro'nun tüketildiğini göstermek bir şekilde satışa yönlendirmektir. İnsanlar sabah uyandıklarında her yanda bol Marlboro paketleri görürler ve bu kadar çok tüketildiğine göre iyi olduğunu düşünerek Marlboro'ya yönelirler.

Marlboro şirketi o ay 3 değil tam 5 katı satış arttırır. Şatışların artmasındaki cin fikirli adamda şirketin %50"sine ortak olur. Bu cin fikirli adam Philip Morris'tir.

0 yorum:

Bruce Lee...

Bruce Lee’nin hareketleri o kadar hızlıydı ki, şimdiki tekniğin aksine onun filmlerinde “Slowmotion” yani ağır çekim tekniği kullanılırdı ki hareketleri görülebilsin.

0 yorum:

Dünyanın En Şanslı Adamı


Frane Selak, 74 yaşında emekli bir öğretmen.
Hırvatistan'da yaşıyor ve tam 7 felaketten kurtuldu
1962: Saraybosna'dan kalkan, Dubronik'e giden trene bindi. Tren raydan çıktı ve birkaç vagon nehre düştü. Buz gibi suda 17 kişi boğuldu. Selak'ın kolu kırıldı ve kurtuldu.
1963: Zagreb'de DC-8 tipi bir uçağa bindi. Uçak havadayken kapısı açıldı ve Selak aşağı düşen 20 kişiden biriydi. Kazada 19 kişi öldü! Selak saman yığınına düştüğü için yaralı olarak kurtuldu.
1966: Bindiği otobüs nehre uçtu. 4kişi öldü, o birkaç sıyrıkla kurtuldu.
1970: Otomobiliyle giderken motor alev aldı. Kendini dışarı zor attı, aracı infilak etti.
1973: Otomobilinde meydana gelen patlamada saçlarının bir bölümünü kaybetti.
1995: Zagreb sokaklarında otobüs çarptı. Yaralı kurtuldu.
1996: Otomobil bir virajda Birleşmiş Milletler'e ait kamyonla çarpıştı. Skoda marka otomobiliyle uçuruma uçtu. O bir ağacın üstüne düştü, otomobili yandı.
2003: Frane Selak, piyangodan 1,3 trilyonluk ikramiye kazandı.
Şu anda: Hala zengin ve hala yaşıyor :

0 yorum:

Altın Oran Nedir?


Mutlaka bir yerlerden kulağımıza çalınmıştır.Eski uygarlıkların doğayı gözlemleyerek keşfettikleri gizemli bir orandan bahsedilir:Altın Oran.Özellikle sanatçıların eserlerini yaratırken mükemmel orana dikkat ettikleri anlatılır.İsmi bile ilgimizi çekmeye yeterlidir aslında.Peki,Altın Oran nedir ve nerelerde kullanılır?
Eski Mısırlılar ve Yunanlılar tarafından keşfedilen altın oran,doğada sayısız canlının ve cansızın şeklinde ve yapısında bulunan özel bir orandır.Altın Oran,doğada,bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen,yüzyıllarca sanat ve mimaride uygulanmış,uyum açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan geometrik ve sayısal bir oran bağıntısıdır.
Doğada en belirgin örneklerine insan vücudunda,deniz kabuklarında ve ağaç dallarında rastlanır.Platon’a göre kozmik fiziğin anahtarı bu orandır.Altın Oran’ı,bir dikdörtgenin boyunun enine olan ‘en estetik’ oranı olarak tanımlayanlar da vardır.

0 yorum:

Tarot Kartları


Günümüzün en popüler fal türlerinden olan Tarot falının kartları yakın zamanda ortaya çıkmıştır.Uzak Doğu’da ya da Hindistan’da Tarot kartlarına benzer kartların var olduğu ya da Tapınakçı Şövalyelerin bunlara sahip olduğu söylenir;ancak bilindiği kadarıyla ilk Tarot kartları Batı’da 15. yüzyılda ortaya çıkmıştır.
İlk Tarot kartlarının üzerinde Orta Çağ’a ait figürler bulunduğu bilinir.İlk desteler tamamen el yapımı olup elde renklendirilmiştir.Bilinen en eski destelerden biri,1400′lü yılların ortalarına ait olan ‘Visconti-Sforza’ destesidir.1415 yılında ölen Pizza prensi ‘Francis Fibbia’nın da bir deste kart hazırlamış olduğu bilinir.En meşhur destelerden biri olan ‘Mantegna’ destesi,onu çizen kişinin adı ile anılır.Bu deste beş gruba ayrılmış ve 1′den 50′ye kadar numaralandırılmış kartlardan oluşur.
15. yüzyıl ortalarında ortaya çıkan Marsilya destesi ise günümüzde de en popüler olan destelerden biridir.Bu deste de numaralandırılmamış olup kalan Arkana Majör kartları üzerine çalışan Court de Gebelin,Arkana Majör’ün Mısır kültüründen geldiğini ve Dünya’nın yaradılışıyla ilgili olayları sembolize ettiğini söylemiştir.Gebelin’e göre bu olayda da yedi sayısının sembolizmi basittir.Buna göre,Arcina Majör 22 karttan oluşur (3*7=21+Deli),kalanlar ise 14*4=56 karttan oluşur ve destede toplam 78 kart vardır.Bu günümüzdeki Tarot kartlarının da sayısıdır.
19. yüzyılda Eliphas Levi,Tarot’u Yahudi mistisizmiyle birleştirmeye çalışmıştır.Papus ise Tarot kartlarının Eski Mısır ile ilişkisini ve inisiyasyon için sembolizmi temsil ettiğini ortaya koymuştur.Günümüzde en çok kullanılan destelerden biri olan ‘Rider’ destesi ise ’1857-1942′ yılları arasında yaşamış olan Dr. Arthur Edward Waite’in eseridir.Kendisi bir Golden Dawn üyesi olan Waite,birçok Gül-Hac ve hermetizm sembollerin kullanarak kendi destesini hazırlamış ve Pamela Coleman Smith’e çizimlerini yaptırmıştır.Waite,Tarot’a birçok yenilik de getirmiştir.Bunlardan en önemlileri,Arkana Minor için oluşturduğu sembolik resimler ve bazı kartların yerlerinin değiştirilmesidir.
Waite,Tarot vasıtasıyla ezoterik sembolleri de vermeye çalışmış ve hepsini kapsayan bir sembolizm oluşturmak istemiştir.Bu şekilde ilk olan bu deste günümüzde de popülerliğini korumaktadır.Yüzyılımızda hazırlanmış olan desteler için de en ilginçlerinden biri de kuşkusuz Aleister Crowley’in hazırlattığı ‘Thoth’ destesidir.Bu kartlarda da Mısır,Doğu,Yunan,Hristiyan ve Orta Çağ sembolleri kullanılmıştır.Tarot’un tarihi henüz tamamlanmamıştır.Bunun nedeni ise her kişi ya da topluluğun kendine uygun olan desteyi hazırlamasıdır.

0 yorum:

Deniz Kızları Gerçek mi?


Deniz kızları, belinden yukarısı dişi bir insan görünümünde olan, ama aynı zamanda bir balık kuyruğuna sahip olan efsaneleşmiş düşsel inanışlardır.
Bu yarı insan yarı balık vücutlu insansıların efsaneleri M.Ö. 5,000 yılına kadar dayanır.[1] Genel bir kanı ise, bu efsanelerin oluşumunda, deniz ineklerinin büyük etkisi olduğudur. Bu teoriyi destekleyecek bir örnek olarak, Christopher Columbus’un yeni dünyaya olan yolculuğu sırasında deniz kızları gördüğünü, ama çok çirkin olduklarını ve daha cazip olmalarını beklediğini söylemesi verilebilir.
Deniz inekleri gibi büyük vücutlu deniz memelilerinin kolları, yavrularını bir beşikte gibi taşıyabilmeleri için evrim geçirmiş ve insan kollarına benzemiştir. Denizcilerin bu deniz memelilerini görüp doğa üstü yaratıklar olduklarını düşünmeleri oldukça mümkündür. Geleneksel deniz kızı betimlemelerindeki, akan uzun saçların ise, deniz ineklerinin okyanus yüzeyine yakın yerlerde yüzerlerken kafalarına dolanan yosunların verdiği uzun saçlı görüntüsünden kaynaklandığı düşünülmektedir. Deniz kızı gördüğünü iddia edenlerin verdiği ortak bilgiler de yosun renkleriyle ve deniz ineklerinin özellikleriyle oldukça uygundur.Deniz kızlarını konuşmayan, yeşil, siyah, kahve rengi veya sarı saçlı, balık kuyruklu, genelde okyanuslarda ve bazen de nehirlerde yüzen doğa üstü insansılar olarak tanımlarlar.
Bu doğaüstü yaraktıkların görüldüğünü iddia eden bir başka kayıt ise İngiliz denizci Henry Hudson’un günlüğüdür.Denizci,15 Haziran 1608 tarihli günlüğünde,kuzey Rusya sahillerindeyken mürettabatından iki denizcinin anlattıklarına dayanarak denizkızını şöyle tarif eder: ‘Göbeğinden üst tarafı,sırtı,kalçaları ve göğüsleri bir kadın gibi,vücudu ise normal insanın vücudu büyüklüğünde,sırtına kadar uzayan siyah saçları var,suya girdiğinde ise uskumrunun sırtını andıran çizgili vücudunun ucunda,yunus balığına benzeyen kuyruğu görülüyor.’
Denizkızı hikayeleri neredeyse evrenseldir.Bilinen ilk denizkızı hikayesi M.Ö. 1000 yılında Asurlularda görülmüştür.Suriyede’de M.Ç. yaşamış Asur kraliçesi Semiramis’in annesi Atargatis ölümlü bir çobana aşık olan ölümsüz bir tanrıçadır.Fakat aşık olduğu genç çoban ölür ve o da bir balığa dönüşmek için göle atlar ama su,onun mükemmel vücudunu ve doğasını gizlemez,bunun yerine ona bir balık kuyruğu ve suda nefes alabilme yetisi verir.İlk Atargatis betimlemeleri insan kafası ve bacakları olan bir balık şeklindedir.(Babil tanrısı Ea gibi).Orta Doğu toplumlarının çoğunda balıkların kutsal sayılmasının nedeni de bu efsaneye dayandırılır.
Günümüzde denizkızları,masallarıyla,çizgi filmleriyle,oyuncaklarıya ve hatta sinema filmleriyle toplum içinde canlılıklarını koruyor.Denizkızı masallarının en etkili ünlüsü,Hans Cristian Andersen’in Küçük Denizkızı’dır.Bu masal,Danimarka’nın Kopenhag limanındaki bronz denizkızı heykeliyle ölümsüzleşmiştir.
Yine son dönemde oldukça tartışma yaratan bu deniz kızı videosunu da belki izlemek isteyebilirsiniz.

0 yorum:

İlk Dünya Kupası


Dünya Kupası Finalleri ilk kez 1930 yılında Uruguay’da Jules Rimet Kupası adıyla düzenlendi.Kupanın ismi 1930 ila 1974′e kadar Jules Rimet Kupası olarak söylenmiş,1974′te Almanya’da düzenlenen kupa bu tarihle birlikte Dünya Kupası olarak değişmiştir.
Bu tarihten itibaren her dört yılda bir organize edilen Dünya Kupası maçları,İkinci Dünya Savaşı nedeniyle,1942 ve 1946 yıllarında oynanmamıştır.Yaklaşık iki yıl süren teknik çalışmalar sonunda ilk Dünya Kupası Finalleri’nin Uruguay’ın başkenti Montevideo’da yapılmasına karar verildi.1930′da yapılan organizasyon ilk Dünya Kupası Finalleri olarak tarihe geçti ancak bu organizasyon birçok ülkenin ulaşım sorunu ve maddi imkansızlıkları nedeniyle on üç ülke milli takımıyla yapıldı.
On üç takım turnuvada dörderli gruplar halinde mücadele ettiler ve gruplarda ilk sırayı alan takımlar yarı finale yükseldiler.Avrupa takımları arasında Eski Yugoslavya,ilk dörde kalan tek takım oldu ancak yarı finalde ev sahibi Uruguay’a 6-1 yenilerek elendi ve turnuvaya veda etti.Bir diğer yarı finalist Arjantin de ABD karşısında aynı skoru elde edince finalin adı Arjantin-Uruguay oldu.Finalde Uruguay,Arjantin’i 4-2 yenerek Dünya Kupası’nı ilk kazanan takım oldu.

0 yorum:

Bazı Fotoğraflarda Gözler Neden Kırmızı Çıkar?


Gece flaşla çekilen çoğu resimde gözlerimiz kırmızı bir renk alır.Peki,bu renk nasıl meydana gelir? Sabah flaşla çekilen fotoğraflarda neden gözlerimiz kırmızı çıkmaz,hiç merak ettiniz mi?
Gözümüz iç içe birleşmiş 3 farklı tabakadan oluşmuştur. 1. tabakada gözümüzü koruyan göz akı bulunmaktadır. İkinci tabaka kan damarlarından meydana gelen ve ortasında gözbebeğinin bulunduğu tabakadır. Bu damarların en büyük görevi ise çok ışıkta gerilerek göz bebeğinin küçülmesini sağlamaktır. Yine aynı şekilde az ışıkta göz bebeklerinin büyümesini ve daha kolay ışık almasını sağlamaktadır. Üçüncü tabakada ise retina yani ışığa oldukça duyarlı kılcal damarlar bulunmaktadır.
Köpek kedi gibi hayvanların retina tabakasında ayna görevi yapan bir yansıtıcı vardır. Karanlıkta ışık veya flash gibi ışınlar tutulduğunda bu aynada yansıyan ışınlar bu havyanların gözlerinin parlak olmasına neden olur. İnsanlarda ise böyle bir sistem mevcut değildir.
Fotoğraf makinasından çıkan flash ışınları çok ani ve hızlıdır bu sürede gerilip tekrar eski haline gelemeyen retina tabakası kılcal damarların görüntüsünü yansıtmaktadır. Bunun sonucunda ise fotoğrafta insanların gözü kırmızı olarak belirmektedir.

0 yorum:

İlk Dikiş Makinesini Kim İcat Etti?


İlk dikiş makinasının mucidi net olarak bilinmiyor. Bunun nedeni birçok mucidin olması. 1790 yılında ilk patenti alan kişi olarak kayıtlarda Thomas Saint görünüyor. Daha sonraları Isaac Singer ve Elias Howe Jr. gibi mucitlerin bulacağı birçok teknik özelliği başvurusunda belirtmesine karşın hiçbirini gerçekleştirememiştir. Birçok patent alındı ancak hiçbiri ticari bir başarı elde edemedi. 1830 yılında Fransa’da yaşayan Barthelemy Thimmonier ticari başarıyı yakalayan ilk dikiş makinesinin patentini aldı. Zincir dikiş yapabilen bu makinalardan 80 tane yapıldı ve ordunun kıyafetlerinin dikiminde kullanıldı. Bu makinelerin işlerine zarar vereceğini düşünen bir kısım işçi tüm makinaları talan etti. Thimmonier bu olayın ardından yoksul bir hayat yaşadı.1833 yılında ABD’de Walter Hunt isimli bir mucit tarafından geliştirilen çift dikiş yapabilen makine icat edildi. Hunt bu makinanın patentini almadı. 10 yıl gibi bir süre sonra Elias Howe Jr. Hunt’tın buluşundan habersiz bir çift dikiş makinası buldu ve patentini aldı.Howe’un eşi aileleri geniş olduğu için geçimlerine katkı olması açısından zengin ailelere dikiş yapıyordu. Howe eşini iş yaparken izlemesi sayesinde dikiş makinesi geliştirme fikrini edinmişti. Amerika’da 1846 yılında ürettiği başarılı dikiş makinesi için bir üretici bulamadı. İngiltere’ye giden kardeşi Amasa, William Thomas isimli bir korse üreticisi ile anlaştı. Howe makinayı uyarlamak için gittiği İngiltere’de anlaşmazlık yaşayınca beş parasız ABD’ye geri dönmek zorunda kaldı. Howe daha sonra fikrinin kopyalanmış olduğunu farketti. Bu kopyacılara dava açtı ve mahkeme tarafından haklı bulundu. Kendisine tazminat ödemek zorunda kaldılar. Howe daha sonraları ABD’nin en zenginleri arasına girdi.

0 yorum:

Bozuk Paraların Kenarı Neden Tırtıklıdır?

Lidyalılar zamanında icat edilen para,ister madeni ister banknot olsun,insan hayatına damgasını vuran en önemli sembollerden biridir.Kağıt icat edilene dek altın,gümüş vb. kıymetli metallerden yapılan bozuk paralar kullanılırdı.O dönemlerin üçkağıtçıları bu paraları kenarlarından kazıyarak,çok miktarda olmasa da,değerli madenleri biriktirir,parayı da tekrar kullanırlardı.Eski paraların tam yuvarlak olmamasının nedeni de budur.Tabii bu paraları tüccarlar kabul etmiyor ve halkın elinde kalıyordu.Bu sorunu çözmek için bozuk paraların kenarları tırtıllı yapılmaya başlandı.Bu tırtıllar sayesinde,paranın kenarının kazındığı hemen belli oluyordu ve kenarı kazınmış parayı kimse almıyordu.Bu adet,günümüze kadar devam etti.Artık içinde değerli bir maden bulunmamasına rağmen,bozuk paralarımızın kenarlarında ya tırtık ya da bir yazı vardır.

0 yorum:

Solucanlar Neden Yağmur Yağdığında Toprak Yüzeyine Çıkar?


Toprak solucanları (Annelida) ve diğer birçok omurgasız ve hatta bazı omurgalı hayvanlar, toprak içerisine açtıkları oyuklarda barınırlar. Yağmur yağdığında, toprak katmanlarından rahatlıkla süzülerek alt tabakalara inen yağmur suyu, bu hayvanların barındığı delikleri tamamen su ile doldurur. Böyle bir durumda da, bu hayvanların hepsi, boğularak ölmemek için toprak yüzeyine çıkarlar.
Dikkat edin, yağmur yağdığında yüzeye çıkan sadece toprak solucanları değildir. Ancak diğerlerine göre boyut olarak daha iri ve hareketli olmaları nedeniyle, en fazla onları görürüz. Ayrıca yine dikkatli bir gözlemle, özellikle yağmurun dinmesinden hemen sonra, bu ziyafetten yararlanmak için kuşların kalabalık gruplar halinde arazilere inerek beslendiklerini fark edebilirsiniz.

0 yorum:

İnsanlar Neden Kadeh Tokuşturur?


Bu konuda iki ayrı açıklama vardır:
1) İnsanların beş duyusunu tatmin amacıyla şarap kadehini sofrada çın sesiyle tokuşturmak. Şarabın rengi, görme; diliyle tat alma; burunla koklama;eliyle dokurma,ve çın sesiyle işitme. Şarap bütün duyguları tatmin eder anlamını taşır. 
2)Antik çağlarda bir insanın düşmanını yemeğe davet edip,ona zehirli içki sunması doğal sayılıyordu. Ev sahibi içkinin zehirsiz olduğunu kanıtlamak için kendi içkisini havaya kaldırır ve misafirin içkisinden bir yudumun kendi kadehine dökülmesini isterdi. Sonra aynı anda içkilerini içerlerdi. Misafir böyle durumda ev sahibine güvenini göstermek için kadehini ev sahibinin yukarı kaldırdığı kadehe hafifçe vurur, çın sesiyle içkiyi denemeye gerek olmadığını gösterirdi.

0 yorum:

1 Nisan Şakası Nereden Geliyor?

Her ne kadar Roma İmparatoru Julius Caesar (Sezar) milattan önce 46 yılında takvimin başlangıcını Ocak ayı olarak ilan ettiyse de, 16. yüzyılın ortalarına kadar Avrupa'da yeni yıl geleneksel olarak, bahar aylarının başlangıç tarihi olarak da kabul edilen, Mart ayının 25'inde başlardı. 
1564 yılında Fransa Kralı IX. Charles, takvimi değiştirerek yıl başlangıcını Ocak ayının birinci gününe aldı. O zamanki iletişim şartlarında bazı insanların bundan haberi olmadı, bazıları ise bu kararı protesto etmek amacıyla eski adetlerine devam ettiler. l Nisan'da partiler düzenlediler, birbirlerine hediyeler verdiler. 
Diğerleri ise bunları Nisan aptalları olarak nitelendirip bu güne 'Bütün Aptalların Günü' adını verdiler. Bu günde diğerlerine sürpriz hediyeler verdiler, yapılmayacak bir partiye davet ettiler, gerçek olması mümkün olmayan haberler ürettiler. 
Yıllar sonra takvimin ayları yerine oturup, Ocak ayının yılın ilk ayı olmasına alışılınca, Fransızlar l Nisan gününü kendi kültürlerinin bir parçası olarak görmeye başladılar. Adeti gittikçe süsleyerek, zenginleştirerek, yaygınlaştırarak devam ettirdiler. Bu adetin İngiltere'ye ulaşması yaklaşık iki yüzyıl sürdü, oradan da Amerika'ya ve bütün dünyaya yayıldı. 
l Nisan şakalarının sembolünün 'Nisan Balığı' olmasının nedeni ise Mart ayının sonlarına doğru, Güneş'in Balık Burcu'nu terk ediyor olmasıdır.

0 yorum:

Copyright © 2013 Gizli Gerçekler and Blogger Templates - Anime OST.