Ay'a Gerçekten Gidildi mi? Yoksa !


40 yıl önce başlayan Ay seferinin aldatmaca olduğuna inanan komplo teorisyenlerinin öne sürdüğü en yaygın 10 neden...
Astronotlar Amerikan bayrağını diktiklerinde bayrak dalgalanıyor. Ay’da rüzgar yok. 
Apollo astronotları tarafından Ay’ın yüzeyinden çekilen fotoğraflarda yıldızlar görünmüyor.
Fotoğraflarda Ay’a inen modülün yaratması gereken krater görünmüyor. 
İniş modülünün ağırlığı 17 tondu ve kum üzerinde hiçbir iz bırakmadan duruyordu. Halbuki hemen yanıbaşında astronotların kumdaki ayak izlerini görmek mümkündü.
Nem ve güçlü yer çekiminin bulunmadığı Ay’ın yüzeyindeki ince kumdaki ayak izleri beklenmedik bir şekilde iyi çıkmış. Adeta ıslak kumda yapılmış gibi duruyor.
İniş modülü Ay’ın yüzeyinden ayrıldıktan sonra roketten çıkması gereken alev görünmüyor.
Filmi hızlı oynattığınızda Ay’ın yüzeyinde yürüyen astronotların aslında yeryüzünde yürüdüklerini ve filmin daha sonrra yavaşlatılmış gibi olduğu görülüyor.
Van Allen radyasyon kuşağından çıkan radyasyona maruz kalan astronotların ölmüş olması gerekirdi. 
Ay’dan getirilen kaya parçaları Antarktika’ya yapılan bilimsel keşif gezilerinden toplanan kaya parçaları ile aynı.
Ay’a yapılan altı iniş de Nixon yönetimi sırasında oldu. Aradan geçen 40 yıl içersinde kaydedilen hızlı teknolojik gelişmelere karşın başka hiçbir ulusal lider Ay’a astronot indirdiğini iddia etmedi.

Anneler Günü Ne Zaman Kutlanmaya Başladı?



Anneler gününün nereden kaynaklandığını anlatanlar günün yaratıcısı olarak hep annesini kaybetmiş olan küçük bir kızdan bahsederler. Gerçekte ise bu fikri hayata geçiren Anna Jarvis annesini 1905 yılında kaybettiğinde 41 yaşındaydı. 
Asıl mesleği öğretmenlik olan 1864 doğumlu Anna Jarvis, 1902 yılında babası ölünce annesi ile beraber ABD'de, Philadelphia'da yaşamaya ve çalışmaya başladı. Üç yıl sonra 9 Mayıs 1905'de de annesini kaybetti. Sürekli annesi ile beraber yaşamasına rağmen öldüklen sonra "Ona hayatta iken gerekli ilgiyi gösteremediği"ne inanıyor ve bunun ezikliğini duyuyordu. 
İki sene sonra Mayıs'ın ikinci pazarında, annesinin ölüm yıldönümünde arkadaşlarını evine çağırdı ve bu günün anneler günü olarak ülke çapında kutlanması fikrini ilk onlara açtı. Fikir kabul gördü, anneler memnun kaldı, babalar itiraz etmedi, Amerika'nın önde gelen bir giysi tüccarı da finansal desteği sağladı. İlk anneler günü Jarvis'in annesinin 20 yıl süresince haftalık dini dersler verdiği Grafton'daki bir kilisede, 10 Mayıs 1908'de, 407 çocuk ve annesinin katılımı ile kutlandı. Jarvin her bir anneye ve çocuğa kendi annesinin en çok sevdiği çiçek olan karanfillerden birer tane verdi. O günden sonra, temizliği, asaleti, şefkati ve sabrı ifade eden beyaz karanfil Amerika'da anneler gününün sembolü olarak kabul edildi. 
Sıra anneler gününü "milli bir gün" olarak kabul ettirmeye gelmişti. Jarvis, tarihte tek bir kişi tarafından gerçekleştirilen en başarılı mektup yazma kampanyası ile gazete patronlarından işadamlarına, devlet adamlarından din adamlarına kadar ulaşabildiği herkese bu fikrini iletti. Fikir o kadar çok ve çabuk kabul gördü ki, Senato onaylamadan çok önce, bir çok eyalet ve şehirde anneler günü kutlamaları gayrı resmi olarak başlatılmıştı bile. 
Sonunda 8 Mayıs 1914'te Senato'nun onayı, Başkan Wilson'ın da imzası ile Mayıs'ın ikinci pazarı 'Anneler Günü' olarak resmen ilan edildi. Çok kısa sürede diğer ülkelere de yayılan bu gün çiçek ve tebrik kartı satışlarının tavana vurduğu bir gün oldu. 
Anna Jarvis sonunda muradına ermiş, kampanyasını başarı ile sonuçlandırmıştı ama kendi hayatı pek mutlu sonla bitmedi. Yoğun çalışmadan evlenmeye ve çocuk sahibi olmaya fırsat bulamadı. Her anneler günü onun için bu yönden acı oldu. 
Daha ziyade dini ağırlıklı bir kutlama olarak düşündüğü bu günden ticari çıkar sağlamaya çalışanlara karşı hukuki savaş açtı. Davaların hepsini kaybetti. Dünyadan elini eteğini çekti. Bütün gelirlerini hatta ailesinden kalan evini bile kaybetti. 
Kalan hayatını adadığı, gözleri görmeyen kız kardeşi Elsinore'da 1944'de ölünce sağlığı da tehlikeye girdi. Dostları ona destek vererek son yılını sanatoryumda geçirmesini sağladılar. Bütün dünya annelerinin en azından senede bir gün mutlu olmalarını sağlayan Anna Jarvin, mutsuz, yarı görmez ve yalnız bir şekilde 1948'de 84 yaşında öldü. 
Ülkemizde de Türk Kadınlar Birliği'nin girişimi ve önerisi üzerine 1955 yılından beri Mayıs ayının ikinci Pazar günü 'Anneler Günü' olarak kutlanmaktadır.

Aptal Puma Sendromu




Pumayı bilirsiniz. Hani vahşi kedilerin uzak atalarından. Yaklaşık iki metre uzunluğundaki benekli yırtıcı. Birçok özelliği ile ünlüdür bu ormanların harika kedisi. Ama en çok ta hızlı ve kıvrak koşusu ile tanınır. Avının peşinedüştüğü andan itibaren giderek hızlanan ve vücudunun tüm eklem ve kaslarını ortaya koyan hareketlerini seyretmek bir zevktir. Bu ölüm koşusu bazen pumanın , bazen ise hayatı için koşan kurbanın zaferi ile sonuçlanır.


Peki bir puma avının peşinden ne kadar koşar? İşte ormanların vahşi avcısını uygarlıkların kurucusu insan'a örnek yapacak olanda pumanın bu özelliğidir. Puma avının peşinden sürdürdüğü "ölüm koşusunu" her zaman avının cüssesine göre ayarlar. Yani bir ceylan ele geçirmek için koştuğu süre ile, bir tavşanın peşinden geçirdiği süre asla aynı değildir. Çünkü puma akıllı bir hayvandır ve koşarken harcadığı enerji miktarı, avdan elde edeceği potansiyel enerji miktarını aştığı anda puma koşmaktan vazgeçer. Yenilgiyi kabul edip başka av arar. Bu nedenle ceylanın peşinden fazla, tavşanın peşinden çok daha az koşar.


İşte "aptal puma sendromu" bunun tersini yapan insanların ruh halini ifade etmek için, yani bir tavşanın peşinden yıllarca koşan , sonra da yakaladığı avı bir öğünde bitiren akılsızlar için kullanılır. Başarının sırrı pumalıktan, yani harcanan emek, ulaşılan sonuç ilişkisindeki dengeyi iyi saptamaktan geçiyor.


Bermuda Şeytan Üçgeni


Bermuda Şeytan Üçgeni, Atlantik Okyanusunda 30 civarında uçak ve 8 kadar geminin kaybolduğu, eskiden manyetik olduğu sanılan fakat günümüzde bir doğalgaz kaynağına ev sahipliği yaptığı düşünülen alanın olduğu bölgenin adıdır. Bu bölge Amerikan sahil koruma örgütünün 7 nolu bölge müdürlüğünün 5720 sayılı sirküler yazısında şöyle tarif edilmektedir:"Bermuda üçgeni ya da şeytan üçgeni diye anılan hayal ürünü yer, Atlantik'te, ABD'nin güneydoğu kıyılarında, açıklanamayan gemi, tekne ve uçak kayıplarının çok yüksek oranda yer aldığı bir alandır. Bu üçgenin köşelerinde Bermuda, Florida'daki Miami, ve Puerto Rico'daki San Juan olduğu kabul edilmektedir.
Kimsenin açıklama getiremediği bu esrarengiz fenomen, içinde bilim adamlarının da bulunduğu pek çok insan tarafından "doğaüstü bir takım güçlerin yaptırımı" olarak algılandı ve öyle lanse edildi. Bu açıklamalar arasında kayıp kıta Atlantis'in orada bulunup (bu düşünceyle paralel olarak Atlas Okyanusu ismini almıştır.) Kayıp Kıta'nın hiçbir zaman anlaşılamayan teknolojik ve manyetik kayıp aygıtlarından birinin etkisinden veya o bölgenin defalarca Dünya dışı varlıkların ziyaretlerinde orada yarattıkları manyetik alanın bir etkisi olduğu, hatta Kristof Kolomb'un bile tuttuğu günlüklerde, o bölgede gökyüzünde uçan tanımlanamaz cisimlerden bahsedildiği iddia edilmiştir. Bu esrarengiz üçgen ile ilgili olarak yapılan son iddia ise uzun yıllardır devam eden araştırmaların birkaç yıl önce bir sonuç verdiğinin iddia edilmesi ile ortaya çıktı . Bu son iddiaya göre tüm bu gizemli olaylar aslında basit bir doğal gaz cilvesi idi.
Yer altından fışkıran doğal gazlar, sadece yüksek kara parçalarından değil, deniz ve okyanus tabanlarından da çıkarlar. Çünkü deniz tabanları da üstü suyla kaplanmış alçak kara parcalarıdır. Ancak, okyanusların derinliklerindeki bölgelerden çıkmak isteyen doğal gazlar, oradaki çok düşük ısının da etkisiyle katı hâle dönüşürler ve "hidrat" denilen beyaz ve tebeşirimsi bir madde hâline gelirler. Çok derinlere dalabilen robot kameralarının bu bölgedeki karbeyaz okyanus tabanını ve bazı gemi enkazlarinı resimlemesinden sonra konuya şu bilimsel açıklama getirilmiştir: Bu bölge, Gulf Stream denilen sıcak su akıntısının da geçtiği yerdir. Tabanın bazen ısınması yüzünden, bu "tebeşir gazlar" erir ve sudan hafif oldukları için yüzeye doğru yükselirler. O anda, tabandan yüzeye kadar suyun yoğunluğu azalır . O sırada oradan geçen ne varsa, derin bir kuyuya düşer gibi hızla okyanusun dibini boylar. Çünkü, yoğunluğu düşen su, gemileri taşıyacak kaldırma kuvvetini oluşturamaz. Gazın yükselmesi sona erince yoğunluk tekrar eski haline döner ve geride hiçbir iz kalmadan kocaman gemiler kilometrelerce derine gömülmüş olurlar.
Uçakların düşerek kaybolması ise yine aynı sebeptendir. Yüzeye çıkan doğal gazlar, havadan da hafif oldukları için yükselmeye devam ederler. Bu kez yoğunluk azalması, bölgenin üzerindeki atmosferde oluşur. Oradan tesadüfen geçen bir uçak hemen irtifa kaybeder ve motorları durur. Çünkü, motorlardaki benzinin yanması için oksijene ihtiyaç vardır ve düşük yoğunluklu havanın içindeki oksijen miktarı motorların çalışması için yeterli değildir. Böylece uçak da, hızla okyanus tabanına doğru inişe geçer.




13 Sayısı Neden Uğursuzdur?


İskandinav mitlerinde geçen bir öyküye göre düzenbaz tanrı Loki, diğer 12 tanrının katıldığı bir şölene 13. olarak giderek eğlenceyi bozmuştur. Bu olay İskandinav halklarının en gözde tanrısı Balder'in ölümüyle sonuçlanan kavgaya yol açmıştır.
Yunan Mitolojiside, tanrıların evi Olympus Dağında 12 tanrı oturur. Yunan mitolojisine en son katılan tanrı Dionysus için Hestia isimli tanrıça Olympustan ayrılarak insanlar arasında yaşamaya başlar. Böylece Olympustaki tanrı sayısı kötü kabul edilen 13'e ulaşmaz. Yine 13 sayısı, özellikle Hıristiyanlık tarafından da uğursuz olarak kabul edilmiştir.  İsanın Son Yemek olarak bilinen ve Roma tarafından tutuklanmadan önce havarileri ile son kez bir araya geldiği yemekte masada 13 kişi vardır (12 havari ve İsa). Masadaki 13. kişi olan Yahuda onu ele verir.
Bunun dışında bir başka teoriye göre İstanbul'un Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedildiği 1453 yılının rakamlarının toplamı 13'dür.
Bu boş inanç Hristiyan dünyasında öylesine güçlüdür ki, bazı kimseler 12 kişiyle birlikte aynı masaya oturtmaktan kaçınır; birçok otelin 13 sayısını taşıyan odası ve 13. katı yoktur. Çoğu zaman yaşanan tesadüfler de 13 sayısının uğursuzluğuna yorulur. NASA'nın insanlı ay yolcuğunun 7. uçuşu olan Apollo 13 projesinin başarısızlığına neden olarak isminde geçen 13 sayısı gösterilmektedir.
13 sayısının uğursuz olduğuna dair inanç bir çeşit korku hastalığı olarak kabul edilmiş olup adı 'triskaidekaphobia'dır. Bu inancın kökleri mitolojik tanrıların yaşadığına inanılan çağlara, İskandinavya topraklarına kadar gider. Işık ve güzellik tanrısı Balder'in verdiği ziyafete 12 kişi davetli iken, yalanların ve hilelerin tanrısı Loki, davetli olmadığı halde, zorla 13. kişi olarak katılmak ister. Çıkan tartışmada Loki Balder'i öldürür. 


İskandinavya'dan Avrupa'nın güneyine kadar yayılan bu mit, Hıristiyan din adamları tarafından Hz. İsa'nın son yemeğine uyarlanır. Bu uyarlamada Balder'in yerini Hz. İsa, Loki'nin yerini de Judas alır. Bu yemekten 24 saat sonra Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürüldüğü için Hıristiyanlarda akşam yemeğinde 13 kişi bir araya gelirse bunlardan birinin başına bir felaket geleceğine inanılır. 


13 sayısının uğursuzluğuna duyulan inancın kökeninde bir yıl içinde ayın 13 kez dolunay olarak gözükmesinin etkisi vardır.

Bukalemunlar Neden Renk Değiştirirler?

Bulundukları ortama uymak için renk değiştirmezler.  Bunu hiç yapmamışlardır; hiçbir zaman da yapmayacaklardır. Bu tamamen bir mittir. Tümüyle uydurmadır. Koca bir yalandır.
Bukalemunlar değişik duygusal haller sonucunda renk değiştirirler. Eğer bu renk değiştirme ortama uymak için oluyorsa bu tamamen tesadüftür. Bukalemunlar korktuklarında, bir tehlike atlattıklarında ya da bir kavgada başka bir bukalemunu alt ettiklerinde renk değiştirirler. Karşı cinsten bir bukalemunu gördüklerinde ve bazen de ışık ya da ısıdaki değişiklikler sonucu renk değiştirirler.
Bir bukalemunun derisi kromatofor (Yunanca renk anlamına gelen chroma ve taşımak anlamına gelen pherein'den oluşur) adlı özel hücrelerden oluşan birçok katman içerir, bu katmanların her biri de değişik renkte pigmente sahiptir. Bu katmanlar arasındaki dengenin değişmesi derinin değişik ışık türlerini yansıtmasına neden olarak bukalemunları yürüyen bir renk çarkı haline getirir.
Bukalemunların ortama uymak için renk değiştirdikleri düşüncesinin bu kadar ısrarcı olması tuhaftır. Bu uydurmaca ilk defa, eğlenceli öyküler ve kısaltılmış biyografiler yazan Karistoslu Antigonos adlı genç bir Yunan yazarın MÖ 240 civarında yazdığı eserinde görülür. Çok daha nüfuzlu olan ve bir yüzyıl daha önce yazan Aristoteles (oldukça doğru bir biçimde) renk değişimini korkuya bağlamıştı ve Rönesans'a kadar "ortama uyma" teorisi neredeyse bütünüyle terk edilmişti. Bu teori intikam alarak geri döndü ve bugüne kadar belki de birçok insanın bukalemunlar hakkında "bildiklerini" düşündükleri tek şeydir.
Bukalemunlar aynı anda, saatlerce, tamamen hareketsiz kalabilirler. Bu yüzden ve çok az yediklerinden dolayı yüzyıllardır bukalemunların havayla beslendikleri düşünülüyordu. Elbette bu da doğru değil. Bukalemun kelimesi Yunancada "yerdeki aslan" anlamına gelir. En küçük türleri 25 mm uzunluğundaki Brookesia minima'dır; en büyükleri ise 610 mm'den uzun olanChaemaeleo parsonni'dir. Bayağı Bukalemun Latincede Chamaeleo chamaeleon diye bilinir ve bir şarkının girişine benzer.
Bukalemunlar birbirinden tamamen farklı iki yöne aynı anda bakabilmek için gözlerinden her birini birbirinden bağımsız olarak döndürüp odaklayabilirler. Ama bukalemunlar tamamen sağırdır. İncil, bukalemun yemeyi yasaklamıştır.

Arabalar En Ekonomik Kaç km. Hızda Kullanılmalıdır?


Araba üreticileri yıllardan beri sürücülere yakıt verimi için olabilecek en uygun hızın saatte 88,5 km olduğunu söyler. Ama daha azdır.
What Car? dergisinin 2005 yılın da yakıt verimi üzerine yaptığı bir araştırmada beş araba denek olarak kullanılmıştır. Hepsinde en iyi sonuçların saatte 64 km’nin altında iken elde edildiği, sadece iki modelde ise en iyi verimin saatte 32 km’nin altında alındığı ortaya çıktı.
Ortalama olarak arabalar saatte 112 km ile giderken saatte 80 km hızla gittiklerinden yüzde 40 daha çok yakıt harcar. Raporun sonucu oldukça basittir: “Aracınızla ne kadar yavaş giderseniz o kadar az yakıt harcarsınız.”
Parayı harcayan sadece hızlı gitmek değildir.Modern arabalar eskilerine nazaran daha sessizdirler. Bu arabanın sorunsuzca ilerlediği izlenimi verir, bu yüzden sürücüler gerektiği kadar vites değiştirmezler. Altıncı viteste saatte 64 km hızla yol almak , aynı hızı dördüncü viteste yapmaktan yüzde 20 daha az yakıt harcar.
Klimalarda yakıt verimini etkiler, hem de 1,6 km ‘de 4,54 litre kadar. Şayet camı açmayı tercih ederseniz bu seferde aerodinamikten verdiğiniz ödün yüzünden daha fazla benzin tüketirsiniz. Hatta araç teybi bile daha çok yakıt tüketmenize neden olur.
En son yapılan Dünya Kupasında İngiliz taraftarlar otomobil camlarından sarktıkları St George bayrakları ile etrafta tur atmıştı. Manchester Üniversite’ sinin Sivil Mühendislik Uzay Havacılığı ve Mekanik Okulunda yapılan testler, orta boy bir araçta sallanan bayrağın saatte 48 km hızla yol alırken oluşan rüzgar direnci nedeniyle her saat başına fazladan bir litre yakıta mal olduğunu göstermiştir.
ABD’de her yıl milyarlarca dolarlık benzin, aşırı kilolu sürücüler tarafından harcanmaktadır. Amerikalılıar yılda, 1960′ta harcadıklarından 938 milyon galon daha fazla yakıt tüketmektedir. 1960 ile 2002 yılları arasında bir amerikan vatandaşının ortalama ağırlığı 11 kg kadar artmıştır .2006 yılında İllinois Üniversite ‘sinde ki araştırmacılar, galon başına 3 dolar fiyatla fazladan o kadar ağırlığın kara yolu ile taşınmasının ülkeye olan masrafının günde 7,7 milyon dolar, yılda 2,8 milyar olduğu sonucunu ortaya çıkarmıştır.
Doğru hızla seyretmenin başka avantajları da vardır. Enerji Araştırmaları Merkezi, bütün İngiliz sürücülerin saatte 120 km ‘lik hız limitine uymaları durumunda engellenecek CO2 kirliliğinin, 3 milyon Ford marka arabanın yollardan kaldırılmasına eşit olacağını söylemektedir.
Copyright © 2013 Gizli Gerçekler and Blogger Templates - Anime OST.